bir idam mahkumunun son günü – Tıbbiyeli Sözlük
Yazarı olan Victor Hugo'nun "sefiller" kelimesini ilk kez kullandığı ve romanı ana karakterin ağzından anlattığı eseridir.Yazar kitabında idam mahkumunun psikolojisini oldukça güzel bir şekilde işlemiş ve özellikle fransız ihtilaliyle beraber gelen giyotinle idam cezasına karşı toplumda bir farkındalık oluşturmayı amaçlamıştır.Her ne kadar Victor Hugo böyle düşünse de Fransa'da idam cezasının kalkması ancak 1981 yılında yani romanın yazılışından tam 155 yıl sonra gerçekleşmiştir.
Romanın kaleme alınma sebebini yukarıdaki entride yazıldığı gibi idam kararına tepki çekmek içindir. Kitabın ilk basıldığı zamanlarda yazarın ismi eserde yer almamıştır. İsmin yer almama sebebi hugo'nun kendi isteğidir. Çünkü idam konusundaki düşüncelerini yazıya dökme konusunda tereddüt etmiştir.



İsmin yer almadığı önsözde aşağıdaki metin bulunmakta:



bu kitabın kaleme alınış nedeni iki türlü anlaşılabilir.söz konusu olan ya bir bahtsızın son düşüncelerini karaladığı irili ufaklı bir tomar sarı kağıdın bulunup kaydedilmesi ya da bu talihsize rastlayan bir adamın, bir filozofun,bir şairin zihninde takıntı halini alan, bütün benliğine hakim olan, daha doğrusu bütün benliğine hakim olmasına izin verdiği idam düşüncesinden onu ancak bir kitaba dönüştürerek kurtulmasıdır.
''insanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar.''



önsözünde yazarın uzun uzun idam hakkındaki düşüncelerini anlattığı, idam cezasına tepki göstermek için yazılmış roman. önsözü sonradan okudum, henüz okumayanlara da bu şekilde yapmalarını öneririm. zira yazarların düşüncelerini gözüme sokmalarından değil, eritip sanatsallaştırdıktan sonra okumayı sevenlerdenim, her neyse. kitabı sevdim, albert camus'nün yabancı romanıyla konu itibariyle benzeseler de aslında çok farklı kitaplar. albert aslında toplumun davranışlarına genel halini eleştiriyor, kişilere karşı toplumsal düşüncenin nasıl oluştuğunu, olayların duygusallaştırıldığını, kalıplara sokulmayan insanların toplum tarafından ölüm cezasına bile çarptırılabileceğini yazıyor. ancak burada bir konu var, o da idam. idam mahkumu, geriye kalanları, idam cezasına karşı toplumun canavarca bakışı. bu kitapta beni en çok etkileyen bölüm son kısmı oldu. henüz okumadıysanız vereceğim spoilerı lütfen okumayınız. çünkü önemli bir spoiler(*)

Bağışlayın! Bağışlayın beni! Ya da merhamet edin, beş dakika daha! diye tekrarladım.Kim bilir, bağışlanacağım belki? Daha bu yaşta, böylesi bir ölümle bu dünyadan göçmek ne korkunç! Son anda af geldiği sık sık görülmüştür. Sonra, beni bağışlamazlarsa, kimi bağışlayacaklar bayım?Şu iğrenç cellat! İnfazın belli bir saatte yapılması gerektiğini, bu saatin yaklaştığını, bundan kendisinin sorumlu olduğunu, zaten yağmur yağdığını ve aletin paslanabileceğini söylemek için yargıca yaklaştı.Ah! Merhamet! Bir dakika daha, affımı beklemek için! Yoksa kendimi savunacağım! Isıracağım!Yargıç ve cellat dışarı çıktılar. Yalnız kaldım. İki jandarmayla yalnız.Ah! Sırtlan çığlıkları atan iğrenç halk. Ondan kaçamayacağımı, kurtulmayacağımı, bağışlanmayacağımı kim biliyor? Beni bağışlamamaları olanaksız!Ah! Sefiller! Merdiveni çıkıyorlar galiba...SAAT DÖRT



okurken acı bir gülümseme kaplıyor yüzünüzü. her şey bitti halbuki, nereden çıktı şimdi bu umut?



''Ne yazık! Dünyada sadece tek bir varlığı sevmek, onu bütün kalbiyle sevmek ve karşınızda durup size bakar, cevap verir, konuşurken, sizi tanımadığını fark etmek! sadece onun tesellisine ihtiyaç duymak ve bunu yapması gerektiğinden habersiz olan tek kişi olduğunu anlamak!''
sadece ismiyle bile sonunu apaçık ortaya seren bir kitaptır. daha ilk satırlardan okumaya başladığınızda biliyorsunuz ki bu karakter ölecek. hem de paris'in en işlek meydanında onbinlerce insanın bakışları altında kafası giyotin ile kesilerek. ama bu kişi kendi hakkındaki idam kararını ilk duyduğu vakitten ta o meydana gideceği ana kadar acaba ne düşündü, o kafasında neler geçirdi? işte biz kitabı okurken tüm bu duygu ve düşüncelerin direk tanığı oluyoruz. victor hugo henüz 26 yaşında iken kaleme aldığı bu eser ile idam cezasına o günün koşulları da düşünüldüğünde en cesur tepkilerden birini veriyor.



kitabı okurken altını çizdiğim kısımları ise şöyle;



"bu kadar tatlı duygular arasından o acı düşünce nasıl doğabilirdi?"



"bütün insanlar günü belirsiz bir ölüme makûmdurlar."



"oysa, ruhsal acının yanında bedensel acı bir hiç kalır!"



"bütün bu yazdıklarım, bir gün başkalarına yararlı olsa;idam hükmü vermeye hazırlanan yargıçları durdursa;suçlu ya da suçsuz, zavallı insanları benim yaşadığım ölüm acısından kurtarsa. ama neden? neye yarar ki bu? bir şeyler değiştirir mi?benim başım kesildikten sonra, başkalarınınkini de kesmişler, bana ne?"



"ve ben öldükten sonra, oğulsuz, kocasız ve babasız kalacak üç kadın; üç değişik türden yetim, yasaların yarattığı üç dul olacaktı."



"delilik insanı yaşatır derler; en azından akıl acı çekmez; uyur, ölü gibi yaşar."



"şimdi rahatladım. her şey bitti artık, tamamen bitti. müdürün ziyaretinin yarattığı o korkunç heyecandan sıyrıldım. ancak şunu söylemeliyim kiumudum vardı hâlâ. şimdi ise, tanrı'ya şükür,umudum kalmadı artık."



"tanrım, başım daha yere düşmeden, bütün saçlarım bembeyaz olacak!"



"mimar gitti. ama ben, hâlâ buradayım, sanki ölçtüğü taşlardan biri de benim..."



"ne yazık! karşınızda duran, sizi gören, size bakan, sizinle konuşan, sizi yanıtlayan, ama sizi tanımayan birini dünyanın biricik varlığı olarak tutkuyla sevmek, onu bütün kalbinizle sevmek! yalnızca ondan bir teselli umut etmek ve onun; öleceğiniz için; size gerekli olan şeyi bilmeyen tek varlık olması!"
Çok beğenerek okuduğum bir kitaptı ama derleme esnasında kitabın bence en önemli kısmı bulunamamış yani bir kısmı olmayan bir eser ama o boşluk da ayrı bir tat katmış tabii yine de o kısımı da okumak isterdim mahkumun suçunu öğrenemiyoruz maalesef