iki şehrin hikayesi – Tıbbiyeli Sözlük
charles dickens’ın ses getiren romanlarından bir tanesi. içerisinde fransız ihtilalinin kan donduran ve çarpıcı yönlerinden tutun da göz dolduran aşk hikayelerine, doktor manette'nin yaşadığı dehşet ve sydney carton'ın yaşadığı büyük değişime kadar birçok çarpıcı olay barındırır. açıkçası yalnızca iki şehrin hikayesi yoktur bu kitapta, her karakteri iç içe geçen bir olay örgüsü ile anlatır yazar.



kadınları merkeze alan olay örgüsü ise incelenmeye değerdir. londra’da lucie manette, paris’te ise madame defarge kitapta söz sahibi olan ana karakterlerdendir. özellikle ihtilal yaklaştıkça, kocasına nazaran daha fazla söz ve insiyatif sahibi olan madame defarge ve arkadaşı intikam’ın romandaki yeri de bizlere bu ihtilalde kadınların da azımsanmayacak derecede rol sahibi olduğunun anlatmaya çalışıyor.



karakter portreleri ise tek kelimeyle muazzam. her karakterin az çok kritik rollere sahip olması da, sizi kitabın içine hapseden bir diğer özelliği. yalnızca karakterlerle kalmayıp dönemin çeşitli özelliklerine göre tarif edilen iki şehirle ilgili anlatılanlar da övgüyü hakediyor bence.



kanaatimce kitaptan anlaşılması gereken en önemli noktalardan birisi ise, gücü eline geçiren mazlumun zalime dönüşümünün fazla zaman almadığıdır. kaldı ki dickens da -bu özelliği vurgulamak için olsa gerek- ihtilal gerçekleşene kadar -beklendiği gibi- köylünün ve diğerlerinin acısını ve yasını çarpıcı şekilde vurgularken, ihtilal hareketleri başladığında ise gerçekleşen haklı haksız soylu -ve çeşitli ‘önemsiz’ insanların- kıyımına ise eşit derecede üzülmemezi sağlıyor. kimbilir, belki de klasiği klasik yapan da sahip olduğu bu özellikleridir.



özellikle sydney carton reise ise diyecek yok. dürüst olmak gerekirse bir roman karakteriyle tanışma şansım olsaydı bu adamı seçerdim. her ne kadar kitabın başından itibaren işe yaramaz bir paçavra algısı uyandırıyorsa da, kitabın sonunda saygınızı kazanacağından emin olabilirsiniz.



kısacası, okumaktan asla pişman olmayacağınız bir kitaptır iki şehrin hikayesi.
Aynı zamanda efsane bir girişi vardır



"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi."



Okuyun, okutun hatta hediye edin.
Mutlaka tam metninden okunmasını tavsiye ettiğim,Charles Dickens'ın Fransız ihtilali öncesi,sırası ve sonrasında yaşananları oldukça dramatik bir şekilde anlattığı bir dünya klasiğidir.Yazarın oldukça uzun betimlemeleri her ne kadar bazen kitabı takip etmeyi zorlaştırsa da dönemin koşullarını çok daha iyi anlamayı,adeta Paris'in o çamurlu sokaklarında roman karakterleriyle birlikte yürüyormuşçasına bir his oluşturmayı çok iyi başarıyor.



Romanda Benim en çok etkilendiğim kısım gücün sadece güçlü ve asil kesimin değil,sefil ve fakir bir kesimin eline dahi geçtiğinde ne kadar kontrolsüz olaylara sebep olabildiğidir.Yazar özellikle ihtilalden sonra gücü eline geçiren sefil halkın bu yöndeki hareketlerini oldukça iyi işlemiş kitabında.Kitabı bitirdiğiniz zaman neden bir dünya klasiği olduğunu çok iyi anlıyorsunuz.Özellikle günümüzde kitap seçiminin kitapçılardaki "bestseller"lardan ve sosyal medyadaki popüler paylaşımlardan hareketle oluşturulduğu bir zamanda bu kitabı okuyarak farkınızı belli etmenizi tavsiye ederim.Zaten okuduktan sonra ben neden daha önce okumamışım diyecek ve hemen bu başlığa entry girmek isteyeceksiniz.
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana"
charles dickens'ın karakterlerinin ne kadar belirgin, net ve farklı olduğunu gözler önüne seren kitaptır.
dickens kitap yazmadan her sayfaya bir karakterinin ismini ve özelliklerini yazarmış. yani onları yazarın istediği gibi yönlendirdiği kuklalar değil de özgün karakterler haline getirirmiş.

kitap sonu çok belli olan bir kitaptı. ve ayrıca dickens'ın diğer yazarların aksine romana başladıktan sonra romanı serbest bırakan ve onun ardından giden bir yaklaşım sergilemek yerine önceden kurgulayıp belirli bir olay örgüsüne bağlı kaldığı fazlasıyla belliydi.
kitabın ilk sayfalarında olan bir olay sonlarda gelecek başka bir olayın açıklayıcısı oluyordu çünkü. aynı zamanda carton'un darnay'e olan benzerliğinin gereksiz yere vurgulanması onun kendisini feda edeceğini çok açık bir şekilde gösteriyordu. kitabin son yetmiş sayfasını neler olacağını bilerek okudum. solomon'u odaya tek başına çektikten sonra kimsenin olayı tam olarak soruşturmaması onla neden yalnız konuştuğunu sormaması ayrı bir saçmaydı.

ama dickens'ın tam bir düzen delisi olduğu ve her şeyi planlayarak planına uygun olarak gittiği aşikâr. bu ise yeteri kadar azim ve irade ister bu adamı da dickens yapan şey bence tam olarak bunlar.

ayrıca kitapta yüzlerce karakter ismi olmaması ve gereksiz karakterlere yer verilmemesi hem güzel bir şeydi hem de kitapın inandırıcılığını azaltmıştı.