Az bilindik şairlerden ya da hiç bilinmeyenlerden şiirler, belki de uydurma mahlaslardan sizin şiirlerinizi görmek istediğim başlık. Buyrunuz:
Sen güzel susuyorsun,
kimse bir şey fark etmiyor anlatmasan.
Sesinin çatalına farenjit desen inanırlar.
Zaten sen sevemiyorsun çok, öyle hızlı hızlı konuşmaları, telaşlı anıları, bitmeyen analizleri filan, gitmek istiyorsun hemen, gitmek kıyısında sus pus oturmaya müsait yerlere.
Sen hep fark edilmeden gitmek istiyorsun,
kimse sana gitme demiyor.
Ben demedim mesela hiç, beni de götürüyorsun çünkü, biliyorum.
Benimle birlikte o kıyıya gidip, benimle konuşuyorsun. Ben seni duyuyorum.
Bin mil de olsa aramızda, ben senin aniden alnında peydah olan kırışığın anlamını da biliyorum.
O avuç içinde sımsıkı, sıcacık, hastalıklı sevgiyle birlikte tuttuğun devasa nefretin sahibi, benim. İstemiyorsun düşsün oradan, duvara vuruyorsun sert sert, ama sıcak tutuyorsun.
Sevginle birlikte nefretini de sıcak tutuyorsun.
Kinini sarj ediyorsun öyle alelade konuşmalarla, doluyorsun hemen, alnını tokatlıyorsun ara ara, neden aşırı değer verdiğini sorguluyorsun ve bunun getirdiği mutsuzluğa bile elli yerinden neden yapıştığını.
Kimse bilmiyor hakikati, boş ver diyorsun. "Ben onu çok özledim" den kolay çünkü bu. Boş ver. Bahsetme kimseye benden.
Şiiri seviyorsun ama Ahmet Kaya sevmiyorsun ve ben sana diyorum ki; "o mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız"
Ben senin Müjganlarını özledim diyorum, bu şarkının Müjgan'ı bir kadın değil, daha derindir diyorum bu şarkı.
Dinlesen, bir kez olsun.
Sen çay seviyorsun, manzara seviyorsun akşam karanlığında,
yaranın hart hurt koparılmaya uygun olduğu zifiri, şehir ışıklarına göz süzülebilen tepeleri seviyorsun. "Burası kalabalık, sonra gelelim" yalnızlığını seviyorsun. Ben de seviyorum. Evvela seni.
Ve sana birikmeye nazır bir şehrin karanlığında şimdi, o başına buyruk yönünü şaşırmış müjganlarından öpüyorum seni, hasretle.
"Ahmet Pak"
Sen güzel susuyorsun,
kimse bir şey fark etmiyor anlatmasan.
Sesinin çatalına farenjit desen inanırlar.
Zaten sen sevemiyorsun çok, öyle hızlı hızlı konuşmaları, telaşlı anıları, bitmeyen analizleri filan, gitmek istiyorsun hemen, gitmek kıyısında sus pus oturmaya müsait yerlere.
Sen hep fark edilmeden gitmek istiyorsun,
kimse sana gitme demiyor.
Ben demedim mesela hiç, beni de götürüyorsun çünkü, biliyorum.
Benimle birlikte o kıyıya gidip, benimle konuşuyorsun. Ben seni duyuyorum.
Bin mil de olsa aramızda, ben senin aniden alnında peydah olan kırışığın anlamını da biliyorum.
O avuç içinde sımsıkı, sıcacık, hastalıklı sevgiyle birlikte tuttuğun devasa nefretin sahibi, benim. İstemiyorsun düşsün oradan, duvara vuruyorsun sert sert, ama sıcak tutuyorsun.
Sevginle birlikte nefretini de sıcak tutuyorsun.
Kinini sarj ediyorsun öyle alelade konuşmalarla, doluyorsun hemen, alnını tokatlıyorsun ara ara, neden aşırı değer verdiğini sorguluyorsun ve bunun getirdiği mutsuzluğa bile elli yerinden neden yapıştığını.
Kimse bilmiyor hakikati, boş ver diyorsun. "Ben onu çok özledim" den kolay çünkü bu. Boş ver. Bahsetme kimseye benden.
Şiiri seviyorsun ama Ahmet Kaya sevmiyorsun ve ben sana diyorum ki; "o mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız"
Ben senin Müjganlarını özledim diyorum, bu şarkının Müjgan'ı bir kadın değil, daha derindir diyorum bu şarkı.
Dinlesen, bir kez olsun.
Sen çay seviyorsun, manzara seviyorsun akşam karanlığında,
yaranın hart hurt koparılmaya uygun olduğu zifiri, şehir ışıklarına göz süzülebilen tepeleri seviyorsun. "Burası kalabalık, sonra gelelim" yalnızlığını seviyorsun. Ben de seviyorum. Evvela seni.
Ve sana birikmeye nazır bir şehrin karanlığında şimdi, o başına buyruk yönünü şaşırmış müjganlarından öpüyorum seni, hasretle.
"Ahmet Pak"