lise 1 – Tıbbiyeli Sözlük
ilk gününün çok zor geçtiğini hatırladığım sınıf. babam beni hiç bilmediğim bir şehirde yurda yerleştirmiş ve gitmişti. 4 kişilik odamızda henüz 2 kişiydik.
oda arkadaşım hayatında yatağını hiç kendisi düzeltmemiş, hiç dolmuşa binmemiş, ne giyeceğine annesiyle karar veren ailesi tarafından aşırı korumacı şekilde büyütülmüş biriydi.
okul başlamadan önceki akşam yurda yerleşmiş, tanışmıştık ve arkadaşım annesini özlediğini anlatıp ağlamaya başlamıştı. benim de gözlerim doluyordu fakat ben kendimi yalnız hissettiğimde bunu kimseye fark ettirmeden içimden de yaşayabiliyordum. (*) . lisenin nasıl geçeceğinin belirsizliği ve yalnızlık beni de çok korkutuyordu ama ona belli etmedim.
(bkz:belirsizlik)

çok ağlayan arkadaşımı bütün gece teselli etmiş, sabahında gömleğini nasıl ütüleyeceğini göstermiş, yatağını düzenlemesine yardım etmiştim.
sanırım o gün kendimi ilk kez büyümüş gibi hissetmiştim.

(bkz:insanın büyüdüğünü anladığı an)

sonrasında birbirimize, okula, yurda alıştık ve hatta çok eğlenceli hale geldi. ilk kez bu kadar özgürdük, her gün yeni bir şey öğreniyorduk ve ergenliğin verdiği deli ruh halinin güzelliğinin farkına varmıştık.
yine de lise 1 ailelerin pek hafife almaması gereken ve kontrollerini artırması şart olan, çocuğun her yönüyle alışmasının zor olduğu bir yıl.
öğrencilik hayatımın en güzel yılıydı. anadolu lisesi'ni kazanmıştım. bana empoze edilen "iyi bi anadolu lisesi'ni kazan, hayatın kurtulacak" idi.(*) her ne kadar bu 0 doğru olmasa da bunun verdiği hazza bir de ilaveten ders saatlerinin çoğunu ingilizce dersinin teşkil etmesi, ders sayısının azlığı ve böylece senenin kolaylığı eklenmişti. müzikle ve sporla ilgilendiğim, bir sorumluluk taşımadığım, bir sınava hazırlanmadığım kafamın rahat olduğu bir seneydi.

itiraf ediyorum ki sonra bir daha hayatta bu kadar relax ve mesut olamadım.
Hayatımın en mutlu dönemlerinden. İkinci pazartesi birini görmüşüm, en iyi anadolulardan birini kazanmışım herkes vaooov modunda hocalar bizi sevmiyor biz onları sevmiyoruz çünkü meşhur dokuzuncu sınıf EGOsu vardır üzerimizde laylaylom eğlenceli süper bir sınıftı. Önceden 8-9 olan yazılı sayısı birden iki katına çıksa da haftada 9273838 saat İngilizce görsem de Almancayı anlamasam da fiziği halledemesem de mattan +10 ile 30 alsam da güzel bir seneydi swh
Nasıl geçtiğini anlamadığım lise ve ergenlik dönemimin en sivri, en başkaldırıcı ve en önde olduğum yılıdır.
İlçemize yeni bir fen lisesi açılacaktı, İstanbul'u o kadar istememe rağmen nasıl olduysa evimden gidip gelme fikri beni ikna etmiş ve tercih listeme o fen lisesini yazmıştım.
liseye kadar ileride imam olmak istediğim için, iyi bir imam hatipe gitmek istiyordum. O zamanlar saf bir çocuktum, her şey süt beyaz gibiydi. Türkiye'deki tüm ihllere de puanım yetiyordu ama kader beni alıp bir fen lisesine kendi rızamla bırakıvermişti.
Okulun ilk senesi kepçelerle yaşadık. Kum yığınları, inşaat tozu, okuldaki materyal eksikleri, bir okul dolusu boş sınıflar... Anlaşılan o ki bu okul bizimle birlikte büyüyecekti.
Fen lisesine birinclikle girmiştim, puanım diğer arkadaşlarıma nazaran hayli hayli yüksekti.

Okulun ilk günüydü. Günler öncesinden hazırlanmıştım. Elimde dörde katlanmış bir kağıt, üzerimdeki yabancılığı atmaya çalışıyordum. İlk kez insanlarla karşılaşacak olan bu küçük okulun kapısının önündeki merdivenlerde, henüz kürsüsü dahi olmayan ve aslına bakarsanız toprak yığınlarının ortasında kaldırım döşeli bir alandan ibaret bu tören alanında, 4 sene birlikte olacağım fakat henüz tanımadığım arkadaşlarıma ve heyecanlı velilerine, elime tutuşturdukları kablolu bir mikrofonla birazdan konuşma yapacaktım. Çünkü ben bu okula birinci girmiştim.
Herkesin önündeydim; üzerimde beyaz bir gömlek ve babamdan aldığım geniş kravatla hemen dikkat çektiğimin farkındaydım. Herkesten saklanmak isteyecek kadar utanıyor ama herkesin karşısına çıkıp konuşma yapacak kadar da cesur hissediyordum.

Uzun süre okulda konuşulacak olan o ilginç konuşmayla imam hatip lisesi açılışı gibi bir açılış yapmıştık. Dikkatleri çekmeyi başarmıştım. Üst dönemi olmayan bu okulda 9. Sınıfların tanıdığı tek kişi sanırım bendim ve o gazla okulumuzun ilk başkanlık seçimini de kazanmıştım.
Liderlik vasıflarını üzerimde taşıdığımı düşünmeye başlasam da başkanlığı bir büyüklük sebebi görmemeye çalışmıştım, biraz fazla kaçırmış olmalıyım ki başkan olduğum dahi kısa süre içinde unutuldu gitti (*)

E tüm sınavlardan 90 civarı almaya alışan beni lisedeki ilk yazılılardan çakılmak biraz sarssa da arkadaşlarımdan 1-0 önde oluşumla bunu bir süre daha tolere edebildim. Çalışmadan da gidiyordu. Ama bir yere kadar.
Çocuksu, hareketli, iş makineleri içinde bir yıl geçirecektim. Dersler henüz basitlik sınırını aşmamıştı. Küçük bir okul olmanın, boş sınıflara girip yalnız başına oturabilmenin, toprak yığınlarının arasından 10 km uzaklıktaki akdenizi ve ilçemizin seralarla dolu ufak ovasını seyredebilmenin keyfini sürecektim. Bu okula sonra sonra bahçe yapılacak, ağaçlar dikilecek, spor sahaları kurulacak, mescitler inşa edilecekti. Hatta kürsüsü bile olacaktı. Hatta ve hatta kürsüsünün üzerinde, o daha dünkü kepçeler hiç olmamış gibi okulun amblemi de olacaktı. Hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi.

Bense 4 senemin geçtiği o okulun ilk yılından, hâlâ görüştüğüm sınıf öğretmenimin karneme yazdığı tek cümlelik, içinde nasihat ve ikaz içeren, umut ve iltifat dolu, hatırladıkça insanı duygulandıran ve onurlandıran o yazıyı hiç unutmuyorum: "sen bu okulda bir numarasın ve hep bir numara kalmalısın."