nana – Tıbbiyeli Sözlük
Fransız yazar emile zola'nın yazmış olduğu rougon-macquartlar serisinin 9. kitabıdır. natüralizm akımının temsilcilerinden olan zola toplumu ve karakterlerini açıkyüreklilikle ve yalana kaçmadan olduğu gibi yansıtır. bu sebeple toplumdaki çürümüşlüğü de en doğal haliyle eserlerinde işlediğinden zamanın burjuvazisi tarafından çok sert eleştirilere maruz kalmıştır. kitaba gelecek olursak eğer; okuduktan sonra aklıma gelen ilk cümle "ben ömrümde bu kadar godoşu bir arada görmedim" oldu(*) çünkü günümüz ahlak normlarına göre değerlendirecek olursak eğer, bir tane ahlaklı diyebileceğiz bir allahın kulu bile bu kitapta yok. çiçekli, böcekli bir kitap okuyacağıma gerçekleri çat diye suratına vuran bu kitabı bin defa daha okurum. daha fazla spoiler vermemek için uzatmayayım daha fazla. demem o ki çok beğendiğim ve apayrı duyguları yaşamamı sağlayan bir kitap oldu. bu yüzden kitabın yazarı emile zola ve bu kitabı bana ulaştıran sevgili uzunyolunyolcusu'na teşekkürlerimi sunuyorum.



kitabı okurken altını çizdiğim, dikkatimi çeken yerler ise şöyle;



"hey ulu tanrım! kadınlar ne kadar bahtsız!"



"şeytana inanırdı. nana'ysa, içleri günah dolu fırlak memeleriyle, cilveli gülüşleriyle şeytanın ta kendisiydi. kendi kendine güçlü davranacağı sözünü veriyordu. ruhunu savunacaktı."



"Evet, bir kadına ömür boyu sevgi sözü verildiğinde, ertesi gün ilk önüne gelene sarılınmaz."



"bunu işiten kontes sabine başını ona çevirdiğinde bakışları karşılaştı, bu kendilerini alışılmadık maceralara atmalarından önce birbirlerini tarttıkları uzun bakışmalardan biriydi."



"bir kenar mahalleden paris kaldırımlarına sürülmüştü; gübreliğin ortasında açmış bir çiçeğinkini andıran teniyle, iri yarı,güzel bir kız olarak, içlerinden çıktığı serserilerin ve yüzüstü bırakılmış kadınların öcünü alıyordu."



"hiçleşmiş benliğinde artık tek bir düşünce, sefil olduğu düşüncesi vardı."



"eskiden tanrı bütün bağışlayıcılığıyla her an yanındaydı. en küçük üzüntüde, önüne çıkan ilk engelde bir kiliseye gider, diz çöker, o her şeye egemen güç karşısında önemsiz varlığını hiçleştirirdi ve kiliseden, duayla güçlenmiş, dünya nimetlerini elinin tersiyle itmeye hazır bir halde, yalnız ruhunun sonsuz kurtuluşunu arzulayarak çıkardı. bugünse, ancak cehennem korkusunun yüreğini sarıp onu zangır zangır titrettiği saatlerde tanrı'ya yakarıyordu; kendini çok güçsüz hissediyordu.nana yüzünden bütün kutsal görevlerini aksatıyordu. ve tanrı aklına geldiğinde şaşıyordu. şu kırılgan insanlığının çatırdayıp çöktüğü o korkunç bunalım içinde neden hemen tanrı'yı düşünmemişti?"



"gerçi nana biraz da korkuyordu, çünkü en düzgün görünüşlüler en rezilleriydi."



"Çünkü onun için aşkın tek göstergesi kendisi için harcanan paraydı."



"demek yeryüzünde erdem diye bir şey yoktu! insanlar, en tepeden en aşağıya dek ahlaksızlaşmıştı."



"fontan üstüne geldikçe kendine hakim oluyor, onu kendi gözünde çok yüce ve sevdalı bir kadına dönüştürentutkunluğunun asaletinin verdiği acı hazzı tadıyordu. fontan'ın geçimini sağlamak için başka erkeklerle birlikte olmaya başladığından beri, onca yorgunluğa ve tiksintiye karşın onu daha çok seviyordu."



"hayır, bazı kusurlar bağışlanamaz... bir toplumu uşuruma sürükleyen aşırı hoşgörüdür."



"gün ağarırken aklını başına toplamaya çalıştı. ölmesi gereken kendisiydi, aşağıdan bir posta arabası geçerken, kendini pencereden atacaktı. ancak, saat ona doğru evden çıktı; bütün paris'i dolaştı, köprülerde gezindi, son anda içinde gidip nana'yı görme isteği uyandı. belki de genç kadının bir sözü onu kurtaracaktı."



"Siz erkekler biraz akıllı olsanız, karılarınıza karşı bize davrandığınız kadar nazik davranırsınız; karılarınızda bir parçacık akıl olsaydı, onlar da sizi elden kaçırmamak için, bizim sizleri elde etmek için katlandığımız kadar zorluğa katlanırlardı."