nazım hikmet – Tıbbiyeli Sözlük
Hayatı her yerde zaten anlatılıyor fakat şöyle denmedi hiç haksızlığın karşısında durabilecek kadar cesur,insana değer veren,herkes ona karşı iken o yinede bildiğini okuyan,çok sevdiği vatanından vatansever kimliğine bürünen çıkarcılar yüzünden ayrılmak zorunda kalan,bu kahrolası gurbet yüzünden bir yanı buruk olarak ölen kişi.

Bugün ona düşman olan kişiler onun kadar kalıcı olamadıkları bunu bilmeliler.

Tarih cesur olanı yazar yalaka olanı değil.
Annesine aşık olan hocası yahya Kemal'e

"Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz" diyerek ayar vermiştir.

Hocasından dersini iyi almışsa demek.
Ben Senden Önce Ölmek İsterim





Ben

senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen

gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

İyisi mi, beni yaktırırsın,

odanda ocağın üstüne korsun

içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,

şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin...

Fedakârlığımı anlıyorsun:

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum

yaşıyorum yanında senin.

Sonra, sen de ölünce

kavanozuma gelirsin.

Ve orda beraber yaşarız

külümün içinde külün,

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi ordan atana kadar...

Ama biz

o zamana kadar

o kadar

karışacağız

ki birbirimize,

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz

yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacağız.

Ve bir gün yabani bir çiçek

bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse

sapında muhakkak

iki çiçek açacak:

biri sen

biri de ben.

Ben

daha ölümü düşünmüyorum.

Ben daha bir çocuk doğuracağım.

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım, ama çok, pek çok,

ama sen de beraber.

Ama ölüm de korkutmuyor beni.

Yalnız pek sevimsiz buluyorum

bizim cenaze şeklini.

Ben ölünceye kadar da

bu düzelir herhalde.

Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?

İçimden bir şey:

belki diyor.
''Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.''

Nazım Hikmet memleket, memleket nazım hikmet
"Küsmek nedir bilir misin?

Küsmek dürüstlüktür.

Çocukçadır ve ondan dolayı saftır.

Yalansız’dır.

Küsmek; seni seviyorum’dur.

Vazgeçememektir.

Beni anlatır küsmek.

Kızdım ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur.

Küsmek; nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.

Küsmek, sevdiğini söyle demektir.

Hadi anla demektir.

Küsmek; umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır.

Yani, diyeceğim o ki:

Ben sana küstüm!"
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi

Geceleyin ateşler içinde uyanarak

Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,

Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,

Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,

Seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.

İstanbulda yumuşacık kararırken ortalık

İçimde kımıldanan bir şeyler gibi,

Seviyorum seni "yaşıyoruz çok şükür!" Der gibi.



27 Ağustos 1960
yıl 62 Mart 28

Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım

akşam oluyor

dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer

akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedimtoprağı severmişim meğer

toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen

ben sürmedim

Platonik biricik sevdam da buymuş meğer







meğer ırmağı severmişim

ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde

doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin

ister uzasın göz alabildiğine dümdüz

bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile

bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin

bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa

bilirim benden önce duyulmuş bu keder

benden sonra da duyulacak

benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere

benden sonra da söylenecek



gökyüzünü severmişim meğer

kapalı olsun açık olsun

Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe

hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın

kulağıma sesler geliyor

gök kubbeden değil meydan yerinden

gardiyanlar birini dövüyor yine



ağaçları severmişim meğer

çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın

çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi

İzmir’in kavakları

dökülür yaprakları

bize de Çakıcı derler

yar fidan boylum

yakarız konakları

Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına

ucu işlemeli



yolları severmişim meğer

asfaltını da

Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e

asıl adı Göktepe ili

bir kapalı kutuda ikimiz

dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak



hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım

eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz

yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok

ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır

bunu bir kere daha yazdımdı

çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi

önde körüklü kaat fener

belki böyle bir şey olmadı

….

çiçekler geldi aklıma her nedense

gelincikler kaktüsler fulyalar

İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı

ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi

kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı

çiçekleri severmişim meğer

üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948

yıldızları hatırladım



severmişim meğer

gözümün önüne kar yağışı geliyor

ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de

meğer kar yağışını severmişim



güneşi severmişim meğer

şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile

güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar

ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın



meğer denizi severmişim

hem de nasıl

ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana



bulutları severmişim meğer

ister altlarında olayım ister üstlerinde

ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara



ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası

severmişim

yağmuru severmişim meğer

ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim

beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın

içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider

yağmuru severmişim meğer



ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde

yanında pencerenin

altıncı cıgaramı yaktığımdan mı

bir eski ölümdür benim için

Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye

saçları saman sarısı kirpikleri mavi



zifiri karanlıkta gidiyor tren

zifiri karanlığı severmişim meğer

kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften

kıvılcımları severmişim meğer

meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun

Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir

yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek



edit: çok uzun bu şiiri kopyala yapıştırdım ama çok seviyorum bu şiiri. belki biri okumaya karar verir dedim

parmağınız mı yoruldu cnms :S
Adamın fikir dünyasının yakınından geçemeyecek elemanlar burda bize dalgasını geçiyor adamın.nazım halk şairidir.sevginin sevdanın adamıdır.

Ygs'de 130 net yapmaya benzemez şair olmak evlat.
Bir yudum kitap,

İnsanın başına talihsiz meseleler gelir. Daha evvel de söylemişizdir: Elbet geçer, hüzne boğulmayın, güneşli günler göreceğiz demişizdir. Fakat ne olursa olsun, bir insana, bir şaire, bir ihtiyar amcaya "Ben ordan geçerken biri / Amca, dese, gir içeri." özlemini dize dize yazdırmak, nasıl desek, pek büyük zulüm. Gurbet de, insanın insana, insanın memleketine hasret olması da öyle zor bir bilseniz!.. Var olun.



14 Mart 1956

Peredelkino, Moskova



Karlı kayın ormanında

yürüyorum geceleyin.

Efkârlıyım, efkârlıyım,

elini ver, nerde elin?



Ayışığı renginde kar,

keçe çizmelerim ağır.

İçimde çalınan ıslık

beni nereye çağırır?



Memleket mi, yıldızlar mı,

gençliğim mi daha uzak?

Kayınların arasında

bir pencere, sarı, sıcak.



Ben ordan geçerken biri:

"Amca, dese, gir içeri."

Girip yerden selâmlasam

hane içindekileri.



Eski takvim hesabıyle

bu sabah başladı bahar.

Geri geldi Memed'ime

yolladığım oyuncaklar.



Kurulmamış zembereği

küskün duruyor kamyonet,

yüzdüremedi leğende

beyaz kotrasını Memet.



Kar tertemiz, kar kabarık,

yürüyorum yumuşacık.

Dün gece on bir buçukta

ölmüş Berut, tanışırdık.



Bende boz bir halısı var

bir de kitabı, imzalı.

Elden ele geçer kitap,

daha yüz yıl yaşar halı.



Yedi tepeli şehrimde

bıraktım gonca gülümü.

Ne ölümden korkmak ayıp,

ne de düşünmek ölümü.



En acayip gücümüzdür,

kahramanlıktır yaşamak:

Öleceğimizi bilip

öleceğimizi mutlak.



Memleket mi, daha uzak,

gençliğim mi, yıldızlar mı?

Bayramoğlu, Bayramoğlu,

ölümden öte köy var mı?



Geceleyin, karlı kayın

ormanında yürüyorum.

Karanlıkta etrafımı

gündüz gibi görüyorum.



Şimdi şurdan saptım mıydı,

şose, tirenyolu, ova.

Yirmi beş kilometreden

pırıl pırıldır Moskova...