tıbbiyeli sözlük şiir köşesi – Tıbbiyeli Sözlük
Daha çok tıbbıyeli sözlük şiir evreni olmuş.
Bu ne lan sonu yok.
Edit: üşenmeyip hepsini okudum iyi ki de okumuşum. Bu güzel akıma ben de varım diyor ve bir şiir bırakıyorum sizlere;

Ah muhsin ünlü - ah o gemide ben de olsaydım

alper’den 700 lira borç aldım bugün
israil devleti gömülsün diye karanlıklara!
çünkü eğer borcu varsa bir mazlumun
başka bir mazluma
bir mazluma
mazlum…
sevgilim
tam buraya uygun bir ayet bulamıyorum.
oysa ne çok ayet vardı 90’larda…
baktığımız her yerde ayrı bir allah
gördüğümüz her peygamber yeni bir mağara.
insan olmak bizatihi sansasyoneldir.
diline döktüğüm dilleri hatırlasana…alper bana 700 lira borç verdi bugün
israil kaç mermi yapabilir bu parayla?
tarık ali’nin muhammed ikbal için söyledikleri doğru mu?
frengiden öldü diyor lahor pavyonlarında.
işte 90’larda böyle şeyler düşündük biz sevgilim
düşündük şiir yazınca temizlenir ülkemiz.
şimdi ikbal cennette, tarık ali ingiliz
merminin de biliyorsun, bini bir para
ve diyelim ki humeyni’yi de seviyorum jack daniel’ı da
diyelim ki ev kirasından muaftır bütün şehir
diyelim ki zalimler de centilmen olabilirler…
bana duyduğun sevgiyi azımsasana!
lira bana alper borç bugün verdi 700.
hemen iki paket malbora, biraz mızrak, biraz kuz.
bilhassa ecnebi reyonundan seçtim bunları sevgilim
fosforun pişirdiği çocuklarda bulunsun tuzumuz.
ah evet biliyorum demode lakırdılar bunlar
demode irrasyonalizm, antikapitalizm demode.
dünya kocaman bir köy, en iyi sigara malbora
araplar arkadan vururlar, meşru bir ülke israil.
eğer bir gemi dolusu hayvan
haksız yere böğürüyorsa
ölen her zaman suçludur ne yapabilir ki katil?
biliyorsun zalimin dediği olur ortadoğu’da
dur küfretme. zalimler de allah’a dahil! söylemiş miydim alper’in bana borç verdiğini?
mızrak aldım, çok arabesk, fazla anakronik.
kuz desen; alnım açık, dolaşmam kuytularda.
belki de lirayı kapar kapmaz 700
yüzümü dönmeliydim olduğu gibi batıya.
bir bakmışım karşıdan tarık ali geliyor
hey bayım; şu var ya; şu koca london bridge…
90’larda espriler hep böyleydi sevgilim
çok açık göstermeci, nobran, edepsiz ve kitsch!
90’larda zalimler biraz racon bilirdi.
karıları çocukları köpekleri olurdu.
yalnız kalan bir zalim allah’ı düşünürdü
dur gevşeme. zulüm, allah’tan hariç!
ah o gemide ben de olsaydım eğer
mızrağı sallardım aştot’a kadar
belki gider çirkin bir faşiste değer
belki de bir masumun tam kafasına.
ama savaş böyleymiş bazen siviller
ölebilirlermiş devlet uğruna.
90’lar bitti artık onlar var ve hey
siz devlete inanan bütün reziller
cehennemde karşıma çıktığınızda
öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza
hayatınız gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden
anlayacaksınız allah ne demek
ahlak ne demek
ve rüya…
bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
devletin bekasının da allah belasını versin
malboranın da!
Tamam artık git

Adalet ve hukuk için

Man adasına para gitmesin

Artık yeter

Miadınız doldu

Tamam
''Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Her şeyi evet her şeyi unutmalıyız

Her kederin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler, gelir geçer, yıllar geçer
Sen de unutursun bir gün gelir

Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine
Unutursun o günlerimizi


Her şeyi evet her şeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır''

(bkz:ümit yaşar oğuzcan)
Özdemir Asaf - Adsız Şiirler



Ben size ne yaptım

Çağrı mı, armağan mı, ceza mı

Ne vardı böyle karşıma geçecek

Ben ne yazılar ne çizgiler yitirdim hatırlamadım

Ne var ki sizinki onlar gibi gitmeyecek



Artık olan oldu

Gitmeniz gitmeseniz bir

Ben de düş kursam da kurmasam da

Aklıma yüzünüz gelecektir



Ben size ne yaptım,

Ne kötülüğüm dokundu size

İnanın - hoş niçin inanacaksınız-

Sizi şu ana kadar tanımazdım

İnanmak, bilmek yakışmaz size

Karşıma çıkmayacaktınız.

Karşımda bir resim gibi şimdi

Kurmadığım düşlerin çizdiği, siz

Hem gözüme hem düşünceme

Çakılıp kaldınız

Renklerinize ve biçimlerinize

Düş dışı gerçeklerin çizdiği siz



Beni benden çıkardınız

Beni benden aldınız

Göz görmeye-görmeye

Bir uzağa bıraktınız

Kendime dönmeye artık çok geç.
ÖYLE GÜNLER GÖRDÜM Kİ - Sabahattin ALİ



Öyle günler gördüm ki, aydın gökler kararıp

Bahtım bir bulut gibi üstüme çöker oldu,

Her gözümü yumunca tanıdık yüzler görüp,

Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.

Ümitsizlik, gariplik dört tarafımı sarıp

Yüzüm sırıtsa bile, içim yaş döker oldu.



Her sabah ilk ışıklar gözlerimi oyardı,

Uyanan taş duvarlar iniltimi duyardı.



Öyle günler gördüm ki, duvarlar gelir dile,

Gözümde canlanırdı eşkiya masalları.

Varlığımı sarardı, hain bir isteyişle

Görmediğim yumuşak bir düşmanın elleri

Kafada çelik gibi fikirler dursa bile

Kalplerin eksik olmaz böyle zayıf halleri:



Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,

Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.



Öyle günler gördüm ki, dost dediğim insanlar

Ben yanına varınca dudağını kıvırdı.

Bir zamanlar yanımda ağız açmayanlar

Sırtımı sıvazladı, bana öğüt savurdu.

Silahsız gördüğüne saldıran kahramanlar

En alçak tekmelerle beni yere devirdi.



Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı.

Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.



Öyle günler gördüm ki, tabanca sakağımda

Tasarladım aydınlık dünyayı bırakmayı

Gönlüm acıklı buldu, en ateşli çağımda

Sönük bir yıldız gibi boşluklara akmayı

Tabancanın namlusu ısındı yanağımda,

Parmağım istemedi tetiğini çekmeyi



Bir sonbahar yağmuru gibi içim ağlardı

Bir şeyler fakat beni yaşamağa bağlardı.



Ey bir tane sevgilim, ben bugün yaşıyorsam

Sanma ki hayat tatlı, insanlar hoş olmuştur,

Dağ başında bir kaya gibiyim şöyle dursam

Etrafım eskisinden daha bomboş olmuştur

Yalnız sana borçluyum bugün dünyada varsam:

Seni her andığımda gözlerim yaş olmuştur



Yaşlar ki bir ırmaktır, dertleri sürür gider,

Gözyaşları içinde seneler yürür gider.



Yok olmak isteğiyle kalbim attığı zaman,

Bana: Yaşa der gibi gülen senin yüzündü.

Dizlerim bir batakta yorgun yattığı zaman

Bacaklarıma kuvvet veren senin hızındı.

Yaşaran gözlerimde, güneş battığı zaman

Sıcak bir yuva gibi tüten senin dizindi.



Sen aklıma gelince her şey gülümserdi.

Ağaçlar şarkı söyler, rüzgar tatlı eserdi.



Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:

Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.

Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:

İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.

Görünce gülme sakın çırpınıp aktığımı:

Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.



Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,

Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.
Geri Gelen Mektup
Hüseyin Nihal Atsız

Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.
Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...
çocuktu

yanlış zamanda yanlış yerde doğmaktı

belki de tek suçu

çıktı çocuk sokağa

karıştı hayatın keşmekeşine

gördü insanları, doğruyu, yalanı, yanlışı

anlamaya çalıştı çocuk ama

anlayamadı

kimileri halil ibrahim sofrası kurarken

neden kendisi ekmek arası peynir zeytine hasretti

bu hasretlik yetmez mi ha soruyorum sizlere

bölüşemez miydi insanoğlu somon ekmeğini

yoksa pasta mı yesindi bu yalnayak fakir

ceplerine baktı ne olacak ki tam takır kuru bakır

o vakit suç muydu ekmek çalmak soruyorum size

bir başkaldırıydı doymak için çalmak

koşmaktan ciğerleri parçalandı çocuğun

yorgun argın ağza atılan ilk lokma

kalacaktı az kalsın boğazında

kaçmaya devam etti çocuk

ne kadar kaçabilirdi soruyorum sizlere

bu zayıf, yorgun, çarpık bacaklar

yakalandı elbette çocuk

asıl hırsızlar bakıyordu çocuğun gözlerine

gözlerindeki öfkeye, kedere, bir damla yaşa

ama ağlamayacaktı bir daha çocuk

kendine "suçlu" diyen bu şerefsizlerin karşısında

çıktı çocuk mahpustan 30'unda

elinde bir tek hapiste yaptığı kolye.

işte asıl başkaldırı şimdi başlıyordu.

yirmi yılın verdiği öfke ve haysiyetle...